Beyin Akıntısı 1: Uçaktreni

Madem doğru düzgün öykü yazamıyordum, belki de biraz beynimi boşaltıp karmaşamdan kurtulmam gerekiyor, akıntısıdır. Size hiçbir şey vaadetmiyorum.

Ne zaman seni düşünsem bir ceylan başka bir ceylanı boğazlamaya iner. Ceylanlar masumiyetini kaybetti. Masumiyetimi kaybettim. Sen de kaybet.

Ruhumu alçaklara uğrattın, sakınma. Saklama. İnanma. Kaç!

Kıtaların arasına yara bandı çeken ağaçlara selam olsun, minyon tipli ucuzluklar. Yangın var tut düşüyor perdeler! Perdeler düşerse oyun başlamadan da biter. Oyunların bitmesini neden umursayasınız sayın bakanım. Ama o öldü? O ölür ve biz en baştan başlarız. En baştan başlamanın kolaylığına kanarız. Kandığımız yerlerde dünyalar bizim olur, paylaşmayız. Paylaş butonunu kökünden kaldırır yerine dudaklarınızı dayarız. Bakın burası çok aydınlık, aklım dün geceki gibi çalışmıyor. Aklım çalışmıyor. Kafalar kuru.

Pilavlar sade. Gerçek hayatta ne işime yarayacağımı bilmiyorum. Hiçbir hocam yol göstermiyor. Ukalalar pavyonlarda. Pavyonlarda palyaçolar parçalanıyor. Parçaları oturup tek başıma yiyorum. Dalakları şişmiş, gülmekten ya da ağlamaktan. Dalaklarını yiyorum. Karşısına oturuyorum, al diyorum, bak bu bıçak. Bununla doğra beni. Beni doğruyor. Hep beraber güle oynaya mutfağa gidiyoruz. Tencereye koyuyoruz, uzuvlarım kaynarken ona bakıyorum. Oldu mu şimdi? Olmadı. Etimin tadından iğreniyorum, pavyonlardaki paramparça palyaçolar kadar lezzetli değilim, üzgünüm!

Masumiyetimi kaybettim, aramıyorum. Sormuyorum. Gazetelere ilan vermek zor iş. Hükümlüyüm. Kırdığım fareleri lens suyumla besliyorum, gökkubbenin en tepesine çıkıp dünyanın tam suratına kusuyorum. Aya dönüp özür diliyorum. Sonra tekrar kusuyorum, ne var ne yok kusuyorum, artık böyle. Artık böyle. Dişlerim kamaşıyor. Yere inip ocağın altını kapatıyorum. Etimin tadında değişiklik yok. Komşuya kavurma diye veriyorum, memnun oluyor, bunun sevabıyla cenneti dört tur tavaf ediyorum!

Fincanlardan lensler çıkıyor, fal kapatıyoruz, açmıyoruz. Açtığım fallarda tek bacaklı yarasalar suratıma parlıyor çünkü. Dalga dalga koca ağızlarının içine düştüğümde fark ediyorum ki bu düşüşte yalnız değilim. Bu düşüşte öyle yalnız değilim ki çıldıracağımı bildiğimden yanımda benimle birlikte düşmekte olanı tutup dışarıya fırlatıyorum. Onun, dişlerin arasından uçuşuna şahidim, ben ince bağırsaklara gideceğim, sözüm var.

İnceldiği yerden kopmadığı için bağırsağa küsüyorum. Dışarı çıkmanın bir yolunu buluyorum işte, sormayın! Şarkı bitince ben de duraksıyorum, başlasa diye içimden dua ediyorum. Playlist yapmayan kafama küfrediyorum, burada durup biraz sakinleşmeye çalışıyorum.

Kucaklarım alev alınca arzu tramvayının altına atlıyorum. Adam Kazancıoğlu. Kazanların burunları kanca insanlarla alakalı olmasına bayılıyorum. Bitli pelerinlerin bitsiz noktalarından Bitlis’e uçaktrenleri kaldırıyorum. Uçaktrenlerinin ne olduğunu merak edip yazmaya devam ediyor ve şöyle diyorum: HAVAYA DİZDİĞİM RAYLARIN ÜSTÜNDE DURMADAN KOŞAN ATLARDIR. KARANLIK.

Neden karanlık olsun ki, deyince o malum türkü aklımı delip geçiyor, kendime hak veriyorum. Aferin lan, diyorum, iyi düşündün. Gecikecek mi peki bu da? Hiç gelmeyecek ya da?

Hayır. Madem böyle bir şey yaptım, ne gecikecek ne gelmemezlik yapacak. Belkileri camdan aşağı atacak. Kusmuk birikintilerine çarpan belkiler Tek Yüzük gibi eriyip yok olacak! Öfkem Mordor’dan lav olup Shire’a çiçek leşi diye gömülecek. Uçaktreninin test sürüşünde kafamı kesip kontrol panelinin en tepesine asacağım, bağıracağım: GAZLA ERNIE!

Bir Yorum Yap