Kaptan Orta Kapı!

5_ethem-onur-bilgic

KAPTAN ORTA KAPI!

ONUR SELAMET


çizim
ETHEM ONUR BİLGİÇ

“Kaptan, orta kapı!”

Adımı yanlış söylemelerine bozulmuyorum. Sonuçta şu an nereden baksanız sadece bir otobüs şoförüyüm. Orta kapı hakkındaki dileklerini yerine getiriyorum. Halkın içindeyim, halk otobüslerinin aranan kaptanı ve onların hizmetkârıyım.

Bir süper kahramanım. Onlar bunu bilmiyor. Bilmeleri de gerekmiyor. Henüz adıma film çekmemeleri dışında onlara karşı bir kırgınlığım yok. Sanırım bu ülkede filme çekilmek için her gece hayat kurtarmaktan fazlasını yapmanız gerekiyor. Yine de bu ülkeyi seviyorum. Bir süper kahraman olarak fazla sıkıcı konuştuğumu fark edip susuyorum.

Suskunluğum akşam eve varana kadar sürüyor. Şimdi konuşma, şimdi kostümleri çekme, şimdi dışarı çıkma zamanı. Ben, yani Kaptan Buzdağı, kötülerin kanını dondurmakla meşhurum.

Küçükken hayal ettiğim her şeyi kostümüme dâhil etmeyi başardığım için şanslıyım. Bir pelerin, bir çift boynuz, gerçek bir taç. Buz saçaklarıyla kaplı devasa bir kalıp gövde ve ben. Tasarımdan ve teknolojiden anlayan dostlarım var. Bir şoföre göre çevrem anlamsız bir şekilde geniştir. Ayrıca bir İstanbullu olarak nem ve rutubetin en büyük dostum olduğunu söylemem kimilerini şaşırtabilir. Havadaki nemi, haşin buz parçalarına çevirmek suretiyle avımı mıhlamakta üzerime yoktur. Avcı kişiliğimden bu kadar bahsetmek yeter.

* * *

Bir çatının tepesinden onları izliyorum. Üç beyefendi. Bir hanım. Sohbet ediyorlar. Cinsellik ve tehdit üzerine bir sohbet. Beyefendilerden birisi kadını duvara yasladı. İşte, diğeri de çantasına uzanıyor. Cüzdanı açıyor. Bulduğu paradan memnun kalmamış olacak ki kadının suratına tükürüyor.

Bu benim gücüme gidiyor. Tacım başımdan hafifçe havalanıp alev alıyor. Öfkemi işte böyle gösteriyorum.

Tükürük kadının yanağından aşağı akarken buna ara verip katılaşıyor. Mesafenin yeterli olduğunu düşünüyorum. Buzlanmış tükürüğü adamın gırtlağına fırlatıyorum.

Mesafe konusunda yanılmış olmalıyım. Parça adamın boğazında tıraş kesiğini andıran izler bırakarak yere düşüyor. Adamlar şahit oldukları olaydan dolayı şaşkın. Kadın gözlerini kapatmış, ağlamakta.

Doğrudan müdahale için kendime buzdan bir pist yaratıp aşağı doğru kaymaya başlıyorum. Beni görüyorlar. Kaçmıyorlar ve çok ayıp ediyorlar. Karşılarına dikildiğimde, içlerinden birisinin bacaklarının titrediğini görebiliyorum. Diğer ikisi yalnızca öfkeli. Beni tanıdıkları her hallerinden belli. Üçüncü sektörde yeni olsa gerek.

“Sen,” diyorum, kadına tükürene dönerek, “lama mısın arkadaşım?”

Tüküren sanki bundan zevk alıyormuşçasına bir kez de yere tükürüyor. Eserini birkaç saniye inceledikten sonra tepkimi ölçmek üzere gözlerini bana çeviriyor. Mesafe konusunda bu defa yanılmıyorum. Tükürüğü yerden alıp adamın suratına yapıştırıyorum. Suratına çarpan buz parçaları duvarda patlayan bir vazo gibi dağılıyor. Adam bundan hoşnut değil.

Biraz daha dalaşırlarsa daha büyük silahları konuşturmam gerekecek. Gözüm adamın ayağının dibindeki rögar kapağına takılıyor. Tüküren adam, titreyen adam ve diğer adam bakışlarımı takip ediyor. Kadın kesik kesik ağlıyor. Haydutlar için kaçış vakti.

Bırakıyorum gidiyorlar. Kadının gözyaşlarını donduruyorum, nazikçe. Onları yanaklardan pıtır pıtır ayırıyorum. “İyisin,” diyorum. “Geçti.” Karşısına dikilmiş dağ gibi adamı görünce korkar sanıyorum, korkmuyor. Belki de adımı duymuştur. “Buzdağı…” diyor. “Kaptan,” diye düzeltiyorum.

Adamlar sokağın ucunda gözden kayboluyor. Kadını yerden kaldırırken rögar kapağına sıkışmış bir kâğıt parçası görüyorum. Kaçan heriflerin düşürdüğüne kanaat getirip cebime atıyor ve kadına işlek bir caddeye kadar eşlik ediyorum.

İkimiz de konuşmuyoruz. Kâğıt cebimde ısınıp duruyor.

* * *

Kendisini uğurlarken cebime para sıkıştırmaya çalışan kadını (hiç süper kahraman filmi izlememiş olmalıydı) şaşkınlıkla yolcu ettikten sonra, tenha bir sokakta kâğıda bakma fırsatı buluyorum. Kâğıt ısınmakta haklı ve şöyle diyor:

“İstanbul’un neminden kurtulma vakti! Şehir gerçek sahiplerini arıyor! Kaptan Buzdağı’nın egemenliğinin sona erişine şahit olmak için, ayın son cumasında, siz değerli kötüleri aşağıdaki adrese bekliyoruz! Gelin ve şehirdeki tüm nemi yok edecek makinemizle tanışın. Bizim yükselişimiz, O’nun sonu.

Şehri geri alalım. Gece yarısı!”

Zevksiz bir davetiyeydi. Ayın son perşembe gecesinin tüm tadını kaçırmıştı. Zira yarın kahramanlık hayatımın son gecesi olabilirdi. Verilen adresi biliyordum. Şehre dikilen plazaların en yükseğinin çatı katıydı. Böyle bir makinenin mümkünlüğünü düşündüm. Oldukça masraflı olmalıydı. Patakladığım bölüm sonu canavarı kılıklı kötüleri gözümün önünden geçirdim. Aralarından buna parası ve nüfuzu yetecek birkaç isim çıkartmakta pek de zorlanmadım.

Benim nemli silah depoma el uzatanların elleri taş kesilmeliydi. Hani o Cüneyt Arkın filminde, babasına el kaldıran çocuğa olduğu gibi. En fazla buz kestirebilirdim. Bu da aklıma Sergio Busquets gibi kötü kelime oyunları ve kurak, çirkin geceler getiriyordu. Benden bunu alamazlardı. Beni tekrar basit bir şoföre dönüştüremezlerdi.

Yola koyuldum.

* * *

Bütün gece uyumamış olmama rağmen sabahki otobüs seferine çıkmamazlık etmedim. Gece boyunca böyle bir ayıbı organize edebilecek olası kötü adamların mesken tuttuğu yerlerde dolanıp durdum. Hepsi boşaltılmıştı. Tuhaf ve ürkütücü.

Şoför koltuğumun hemen arkasında oturan teyzenin, yanındaki gence: “Sıcaklık neyse de, nem çok fena evladım,” deyişi içime işledi. Teyze için klimayı iki tık daha serine getirdim ve içimden bu teyzenin, yardım ettiğim son insan olmamasını diledim. Süper kahramanlık hayatın her alanında gösterilmesi gereken bir meziyettir. Vardiyam bitene kadar direksiyon sallamaya devam ettim.

* * *

Hayatım boyunca bu kadar kötüyü bir arada görmemiştim. Sokak serserisinden mafyasına, türlü türlü mutanttan sayborg çakmasına, hayvan kırmasına… hepsi, hepsi oradaydı. Tebdili kıyafet ben de oradaydım. Açılışa giden çaylağın tekini takip edip davetiyesini elinden almış ve kendisini birazcık hırpalamıştım. Bu davetiyeyle güvenlik hiçbir sorun çıkartmamıştı. Bunca insanın ne ara böylesine cemiyetleştiğine hayret ettim. Biz iyiler bu tarz şeyler yapamıyorduk. Bunun için fazla iyiydik.

Sonunda herkesin orada olduğuna kanaat getirdiler. Siyah örtüyü kaldırmak üzere, Kurşun Pilot’u sahneye davet ettiler. Kurşun Pilot’la pek çok amansız dövüşümüz olmuştu. Mürekkebe can veren pek çok deneyin mimarıydı kendisi. Kurşun ya da pilot kalem, hiç fark etmiyordu. Kaleminizin ucundan çıkan kelimeler bir anda birleşip üstünüze yürüyebiliyordu. Ayrıca şık bir kostümü vardı. Koyu lacivert yapışkan ve kaygan bir deriden. Parmak uçları çeşit çeşit kalemden oluşuyordu. Kendisini etkisiz hale getirmek için pek çok azılı kelime ve çizimle mücadele etmem gerekmişti. Yine de maskeye saygı duyuyordu. Bu onu, diğer ahmaklardan ayıran önemli bir özellikti.

Kuraklık fikri Kurşun Pilot’a ait olabilir miydi? Gölgelerin arasındaki bilim adamı kılıklı Vertor’u sırıtırken görünce olamayacağını anladım. Kurşun Pilot makinenin üstündeki örtüyü şov dünyasına yakışır bir edayla çekti. Makine yapı olarak çanak antene benziyordu, biraz daha büyük ve karmaşıktı. Yüzü göğe çevriliydi. Alkışlar geceyi bölerken Vertor hafifçe öksürdü. Makineyi tanıtmak için bir adım öne çıkmıştı. Hâlâ sırıtıyordu.

“Kendisine Buzeriten adını koydum. Bu makine sayesinde havaya salacağımız azot, şehirdeki nem miktarını hızlı ve ciddi bir oranda azaltacak. Marmara Denizi’nin kuruması dâhil, esaslı bir kuraklığın şehrimizi saracağından emin olabilirsiniz. Böylece Kaptan Buzdağı’nın en büyük silahını elinden almış olacağız! Kaptan Buzdağı’nın buzlarını alacağız! Onu boş bir kabuğa dönüştüreceğiz! Ve onu…”

Hırslı sözleri güçlü bir tezahüratla kesildi. Vertor konuşması bölündüğü için üzgün gözüküyordu. “Her neyse,” diye mırıldandı. Makineyi çalıştırmak üzere butona doğru yöneldi.

Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Onca kötünün içinde kendimi ifşa ederek ortalığı buza bularsam bir daha gün yüzü göremezdim. Şehrin bütün kötüleri buradayken maskemi indiremezdim. Harekete geçmezsem de, bir daha fırsat bulamayabilirdim. Susuz bir şehre kaptanlık yapamazdım.

Makine çalışmaya başladı. Nemin parmaklarımın ucundan kayıp gittiğini hissedebiliyordum. Dişlerim sızlıyor, burnum kamaşıyordu. Hapşurdum. Önümde duran kötü acıyla haykırıp arkasına döndü ve yanımdaki süper kötüye bağırmaya başladı. Hapşururken ağzımı kapatan bir insandım. Kendime bunu yakıştıramadım. Bakınız adamın ensesi kan içindeydi!

Yanımdaki süper kötü, kırmızı kukuletasını indirip çirkin yüzünü Kanlı Ense’ye gösterdiğinde (bu adamın adını hatırlayamamıştım), Kanlı Ense’nin yüzü küle döndü. Oysa az önce Kaptan Buzdağı’nın burada olduğu dedikodularının doğru olduğunu ve bizzat kendisine saldırdığını tüm çatıya haykırıyordu.

Sonrasında olanlar oldukça hoşuma gitti. Kanlı bir ense, indirilen kukuleta (yaşlılıktan pörsümüş bir yüzden ibaretti) her şeyi lehime çevirmişti. Kaos tüm haşmetiyle çatıya çöktü. Birkaç kötü tarafından suçlanan Kanlı Ense, birkaç kötü tarafından da savunulduğunda, taraflar seçilmişti bile.

Güvenli bir konum alıp karmaşayı izlemeye başladım. Vertor öfkeyle cemiyetini sükûnete davet ediyordu. On saniye sonra onu da bir başka kötünün kafasını kolunun altına alırken gördüm. Vertor eski numaraların adamıydı. Makinenin başında kimse kalmamıştı.

Yanına varana kadar birkaç yumruk savurmam ve biraz tekmelenmem gerekti. Fakat sonunda makineyi kapatmayı başarmıştım. Kimsenin ruhu bile duymadı. Parmaklarımı aletin üzerinde tutup onu bir güzel dondurdum. Biraz kuvvet uygulayarak çatıdan aşağı devirdiğimde çocuklar gibi şendim. Kaos devam ediyordu. Binadan ayrılırken keyfim yerine gelmişti.

* * *

Eve girip soğuk bir duş aldım. Çıktığımda duvarlarımda dolaşan harfler tarafından karşılandım. Beni görünce telaşla toparlanıp anlamlı bir bütün oluşturdular:

“Artık seni tanıyorum. Lütfen korkma, sırrın benimle güvende. Büyük ihtimalle.”

Sonra tekrar dağılıp evin karanlık köşelerinde kayboldular. Ciddi bir düşmana, ciddi bir açık vermiştim. En azından güvenebileceğim bir kötü, diye düşündüm.

Artık sivil hayatımın eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Huzursuz bir uykuya dalmadan önce, tavanda sırıtan bir surat gördüğüme yemin edebilirdim.

21 Haziran 2014

Not: Bu öykü Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nin 5. Yıl Özel Sayısı için kaleme alınmıştır.

 

Bir Yorum Yap