Korku Tınısında Dans

Çakıl kaplı köy yolunda eski model bir araba hızla ilerliyordu. Günün ışımasına henüz birkaç saat vardı ve yolu aydınlatan tek ışık arabanın cılız farlarından yayılan sarı renkli ışıktı. Ville kendisini bu geç saatte yollara düşüren ailevi sorunlara ettiği küfürlerine ara verdi, çünkü sessizliği bozmak adına sesini sonuna kadar açtığı radyoda en sevdiği grubun bir şarkısı çalmaya başlamıştı.

Ville kendisini ritimlere vererek, aklındaki sorunları kafasından uzaklaştırdı. Şarkı bittiğinde biraz olsun kendisine gelmişti. Bir an önce bu ücra yoldan ayrılıp ana yola çıkmak ve bol ışıklı bir konaklama tesisinde kahvesini yudumlamak istiyordu. Daha sonra nereye gidebileceği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Belki ailesinin onu bulamayacağı bir kasabaya yerleşir ve yayına hazırladığı yeni kitabı olan “Korku Tınısında Dans”ı farklı bir yayımcıyla anlaşarak bastırır, bundan sonraki yaşamını da yazacağı kitaplara adardı.

Bu fikir aklına yatmıştı, kitabı basıldığında tutulacağından hiçbir şüphesi yoktu. Tutulmak zorundaydı, çünkü bu kitap onun hayatıydı. Hemen sürücü koltuğunun yanındaki koltukta duran müsveddelere bir göz attı. Hala orada, emniyetteydiler. Bu kitap onun hayali, onun geleceği ve onun edebiyat tarihinde bırakacağı iziydi. Gülümsedi.

Yolun sonundaki keskin virajı son anda fark ederek direksiyonu kırarken, düşüncelerini tekrar yola odakladı. Her şeyden önce bu sıkıcı yolculuğu sağlam bir şekilde atlatmalıydı. Yol gittikçe daralıyor, sadece tek bir arabanın –güçlükle- geçmesine izin verecek bir kisveye bürünüyordu. Şimdi bir korunun içine girdiğini fark etti. Bu küçük bir koruydu, zira iki tarafındaki ağaçlar oldukça seyrekti. İklim bu tür ağaçlar için fazla sertti.

Korunun sonunda gözü benzin göstergesine ilişti, yakın bir zamanda benzin almalıydı. Ancak üzerinde deponun yüzde birini dolduracak miktarda bile para yoktu. Ne yapacağını bilememenin verdiği acı gerçekle eli ayağına dolaştı. Ve istemeden de olsa gazı kökledi. Lastiklerin altındaki çakıl taşları dört bir yana fırlayarak sürücüye isyan etti, ama Ville ayağını gaz pedalından alamıyordu. Dakikalar boyunca sürekli artan bir hızla ilerlemeye devam etti, kontrolü tekrar eline aldığında oldukça kilometre kat ettiğini fark etti. Bu istemsiz hareket hoşuna gitmişti, ama hala benzin deposunu ne ile dolduracağını merak ediyordu.

Üstelik çevrede yerleşim adına hala pek fazla işaret göremiyordu. Umutsuzluğu artarken, sol tarafında arabasından bile eski bir tabela fark etti. Uzun uğraşlar sonunda, tabelanın sökülmüş boyalarından bir benzinciye üç kilometre kaldığını anlayabildi. Bir benzinci vardı evet, ama benzini alacak parası hala yoktu…

Kilometreler tekerleklerinin altında eriyip giderken, aklına çılgınca şeyler gelmeye başladı. En nihayetinde benzincinin fosforlu tabelasını gördüğünde planı aklına oturmuştu. Karşı şeride geçip, benzincinin sapağına yönelirken bir gariplik fark etti. İçeride hiç ışık yoktu… Belki de görevli kimse, birilerinin geleceğinden umudu kesip uyumuştur, diye düşündü.

Planını gittikçe sevmeye başladı. Şartlar onun lehineydi. Motoru kapatıp arabayı boş viteste kaydırarak, benzin pompalarının yanına usulca park etti. Kapısını sessizce açtı ve dışarı çıktı. Soğuk hava akımı ve sert bir rüzgar onu karşıladı. Paltosuna sarılıp, şapkasını kafasına geçirdi. Pompaların kilitli olmamasıyla, sevinci ikiye katlandı.

Yıllardır benzincilerin benzini nasıl doldurduklarını izleyerek işin özünü kaptığını düşünüyordu. Zaten bu köy yolunda ki benzin istasyonu, lanet olası teknolojiden pek nasibini alamamıştı. Sistem oldukça basitti, kaç litre doldurmak istediğini belirtti ve “giriş” tuşuna bastı. Uzun süredir kullanılmayan pompadan kısa bir süre boğuk boğuk sesler geldi. Ve ardından benzin, kara bir su gibi akmaya başladı. Ville bir yandan benzini doldururken, diğer yandan içeriye bakışlar atıyor herhangi bir hareketliliğe karşı tetikte bekliyordu.

Deposu dolup taştığında biraz oyalandı. Tam pompayı yere bırakıp arabasına atlıyordu ki aklına bir fikir geldi ve gidip bagajdan büyük bir bidon çıkardı. Ve yeni bidonunu da doldururken sınırsız özgürlüğün tadını çıkarıyordu. Hala hiçbir şey olmamıştı. Üstelik uzun kilometreler boyunca yetecek kadar benzine de sahipti şimdi. Pompa hala akıyordu, bidonunu da ağzına kadar doldurduğunda pompayı yere fırlattı. Ve bidonu bagaja güzelce yerleştirdi. Arabaya binmeye hazırlanıyordu ki, bir süredir kesilmiş sert rüzgar, tekrar esmeye başlayarak şapkasını başından uçurdu ve pompanın oluşturduğu küçük benzin göledinin içine düşürdü.

Dönüp almak fikri pek içini ısıtmadığı için sürücü koltuğuna geçip motoru çalıştırdı. Yaptığı işten pişmanlık duymadığını belirtircesine kökledi gazı. Eski arabası bu fazla yüklenmeden dolayı, acı acı inledi. Ama direnmeden emre itaat etti ve hızlıca ileri atıldı. Tekrar çakıl taşlı yoldaydı şimdi. Ville ileriki kitaplarında bu yaptığı çılgınlığı –kendisi buna çılgınlık diyordu- mutlaka anlatması gerektiğini düşünüyordu. Ama bu sırada bir koku fark etti. Benzin kokusuydu bu.

Her halde istasyondayken üstüne sinmiş olmalıydı. Camı açtı ve içeriyi temiz havayla doldurdu. Yeteri kadar havalandığına inanarak kapattı camı, üşümüştü. Bir müddet sonra keskin benzin kokusunun hala gitmediğini fark etti. Kokunun üzerinden gelmediği kesindi. Gözleri arabanın içinde arana durdu. Yan koltukta bıraktığı gibi uslu bir şekilde duran “Korku Tınısında Dans”ın müsveddelerine bakarken içi ısındı. Sonra nedense arka koltuğa bakmadığını fark etti.

Dikiz aynasından baktığında yanlış bir şey gözüne çarpmadı. İyice kontrol etmek için arkasını döndüğündeyse…bir yaratıkla burun buruna geldi! Yüreği ağzına gelirken, ilk olarak frene bastı. O kadar sert bir frendi ki dışarıdan balata kokusu da gelmeye başlamıştı. Ville az önce arkasını döndüğünde gördüğü “şey”in gerçek olmadığına inandırdı kendisini. Ve tekrar geriye döndüğünde yaratığın kendisini aşağılayan bir şekilde süzdüğünü fark etti. Sanki eğleniyordu.

Normal bir insan boyutlarındaydı, derisi kızıl, gözleri ovaldi. Göz bebekleri ise zift karasıydı. Kırış kırış alnında iki uzun keçi boynuzu, burnundaysa boğalara takılan halkaların eşsiz bir kopyası vardı. Kafasında saç yoktu, kulakları başına yapışıktı ve içindeki pislikler yan taraflardan akıyordu. Yamru yumru bir boynu, şekilsiz gövdesi ve kalın bacaklarıyla insanın aklını başından alan bir görüntüsü vardı.

Ville aşırı benzin koklamaktan hayal gördüğüne inandırmaya çalıştı kendisini.

“N-e, Nesin sen?!”

“Dostum,” dedi o cüsseden beklenmeyecek derecede ince bir ses. “ben de sana ait olan bir şey var.” Bu sırada pençeli elinde, Ville’in o ana kadar fark etmediği şapkasını gösteriyordu.

İliklerine kadar işleyen soğuklukla titremeye başlarken, arabadan inip kurtulmak istedi. Hala yaratığa bakarken, kapıyı açmaya çalıştı. Kilitliydi! Titreyen eliyle mandalı bulmaya çalıştı, ulaştığında yukarı doğru çekip tekrar denedi, ama lanet olası kapı tutukluk yapıyordu.

İnce ses devam etti. “Bu acelen ne Ville? Yoksa senin olanı almak istemiyor musun?” yaratık dudaklarını büzdü. “Oysa senin olmayanı almaya çok meraklıydın.” Diğer elinde de ağzına kadar dolu ve kapağı sıkıca kapatılmış benzin bidonunu gösteriyordu.

Ville tıkanmıştı. “B-ben ö-özür dilerim. Zorunda kalma…”

“KES! Olan oldu artık! Yaptığın şey bana kalsa, hiçbir sakıncası yok. Ama maalesef bu tarz eğlenceli şeyleri bana bırakmıyorlar,” düşünceli düşünceli dudaklarını yaladı. Dili bir yılanınki gibi çatallıydı.

“Gelelim cezana Villecik.”

“Ceza mı?” sesi öylesine zavallıydı ki, yaratık tekrar gülümsedi.

“Eh, cezasız kalamaz değil mi?”

Ville başını iki yana sallıyordu, olanları…olacakları kabul edememişti. Bir yandan yüz üstü bıraktığı ailesini, diğer yandansa hayatının amacı olan basılmamış kitabını düşündü. Ve Tanrı’dan bir şans daha istedi. Bu gece yaşadıklarını yazıya dökebilmek için bir şans…

Bu şansın hiçbir zaman gelmeyeceği yaratığın mide bulandırıcı yüzünden okunuyordu. “Son duanı ettiğini umuyorum,” dedi ve kahkahaları küçük arabanın içinde yankılandı. Yaratık bir şey yapmıyordu. Ama Ville içinden bir şeylerin koparıldığını hissediyordu. Öyle şeylerdi ki bunlar, koptukça ağzından kanlar fışkırıyor, koptukça tıkanıyor, nefesi kan kokuyordu. Organlarının birer birer parçalanıyordu. Acıyla gözlerini kırpıştırdı.

Göz bebeklerinden kan akıyordu. Burnundan ve ağzından, galon galon akıyordu kan… Ve sonunda sıranın kalbine geldiğini anladı. Kalbi yerinden koparıldı, artık atmıyordu. Cansız beden ön koltuğa yığılmıştı. Yaratık kurbanına acıyan, etrafındaki kanaysa iştahlı gözlerle baktı. Ardından görevinin verdiği kısıtlamayla geldiği sessizlikte yok oldu. Ville Thurne 27 Ekim  sabahı katledilerek gözlerini kapatmıştı.

“Korku Tınısında Dans”ın müsveddelerinin macerasıysa, yazarının kanıyla ıslanarak son bulmuştu. Sadece onu yazan kişi tarafından okunmuş olarak…

SON

27 Ekim 2008

Bir Yorum Yap